Mahrum: Yoksun. İstemekten utandığı ve fakirliğini başkalarına hissettirmediği için sadakadan dahi mahrum kalan, gerçekte ise ihtiyaç sahibi kimse.

Ma'ruf: Dinin de temiz aklın da hoş, güzel gördüğü şey. Örf. İyilik, ihsan. Güzel gelenek. İslam'ın uygun gördüğü, yönlendirdiği ve istediği biçim.

Mecusi:
Ateşe tapan.

Mele': Önde gelenler, seçkinler topluluğu, yönetici veya hakim olan azınlık çevre. Bir kavmin büyükleri. Danışma (meşveret) meclisi. Siyasi ve hukuki gücü ve imtiyazları ellerinde tutanlar.

Melekut :
Mülk veya ayetler. Geniş kapsamlı, büyük ve yüce mülk. Yönetim, tasarruf sahası, kudret ve hakimiyet.

Melik, Mülûk
: Kral, kendi başına tek yönetici. Arap geleneğinde, karısı, evi, hizmetçisi olan kimse. Servet, çocuk ve mülk sahibi. Melîk: Bütün evrenin sahibi, hiç bir ortağı olmaksızın tek başına her şeye ve herkese hükümran olan. Her şeyin mülkü, tasarrufu, hükmü ve yönetimi tartışmasız elinde olan. Allah.

Merhaba:
Genişlik, bolluk, rahatlık, güzellik, kazanç ve güle güle oturma anlamlarına gelen bir dua, temenni.

Menat: Cahiliyede bir put adı. Bir iltifat.

Mesani: Bir şeyin kuvveleri. İkili, ikişer, ikişerli, karşılıklı. Kur'an'da, içinde çeşitli kıssalar, öğütler ve hükümler tekrar edilerek anlatılan kitap. Veya, zıt anlamlı kelimeleri arka arkaya kullanarak aradaki çelişkiyi göz önüne seren ve vurgulayan anlatım tarzı kullanılarak yazılmış kitap. Kur'an.

Mescid :
Secde edilen, içinde ibadet edilen yer.

Mescid-i Dırar: Münafıkların kurduğu veya denetlediği, takva temeli üzere kurulu olmayan mescid. Allah ve İslam isimleri zikredilerek müslümanların aldatıldıkları ve müslümanların kontrolünde olmayan mescid. Kuba mescidinin karşıtı.

Mesih: Meshedilen ya da mesheden. Kendisinden her türlü kötülük işleme eğilimi giderilmiş; cehalet, şer, hırs ve ahlak dışı özellikler içinden silinmiş olan, veya hastalıkları, kötülükleri gideren, eliyle meshedip silen. Hz. İsa (a.s).

Meskenet: Nefsin insanı kendisine yöneltip sürüklediği yoksulluk, doymazlık. Açgözlülük. zillet, aşağılanma.

Meşair: Kelime anlamı, işaretler, nişaneler, alametler. Allah'a ibadet etmeye vesile olan nişaneler. Hac için işaretlenmiş kurbanlıklar. Hac menasiki. Tavaf, sa'y, şeytan taşlama, Arefe'de vakfe ve kurban kesme. Dinin Şeairi ise, Allah'ın kendisine ibadete vesile olmak üzere haklarında saygı göstermeye, onlarla kulluk görevlerini yerine getirmeye insanları çağırdığı şeyler, eserlerdir.

Meş'eme: Sol taraf. Arap dilinde, uğursuzluğun, kötülüğün simgesi. Ashab-ı Meş'eme veya Ashab-ı Şimal: Sol ehli. Allah'ın hoşnutluğuna uygun olmayan hayat tarzları dolayısıyla hesab gününde kitapları, yani amel defterleri sol ellerine veya sol yanlarından verilecek olanlar. Ashab-ı Yemîn'in zıddı.

Meta: Şey. Yarar, fayda, hayır, nimet. Yemek. Kur'an'da, zaman, süre. İddet süresi boyunca nafaka. Az ve değersiz, sonunda yok olucu şey. Geçici olan dünya hayatı ve zevkleri.

Mev'ize: Öğüt. Hikmetli söz. İrfan. Haram kılma, sakındırma.

Mevla: Dost. Yardımcı, koruyucu, destekçi, malik, sahib.

Meymene: Sağ taraf. Arap dilinde uğurun ve iyiliğin sembolü. Ashab-ı Meymene veya Ashab-ı Yemîn: Sağ ehli. Allah'ın hoşnutluğuna uygun olan hayat tarzları dolayısıyla hesab gününde kitapları, yani amel defterleri sağ ellerine veya sağ yanlarından verilecek olanlar. Ashab-ı Meş'eme'nin zıddı.

Millet:
Din. Şeriat. İzlenen yol, mezheb. Türkçe'de ve Farsça'da anlam kaymasına uğrayarak sayısal anlamda insan topluluğu karşılığı kullanılır.

Minnet: Menn kökünden, kesmek. Bir nimet verip minnettar etmeye denildiği gibi, nimeti verdiği kişiyi hesaba çekip söylenmeye, yani başa kakmaya da menn etmek, minnet saymak denir. Nimet vermek, memnuniyet. Azaltmak, verdiğini bir şey sanmak, onunla gururlanmak, minnet etmek, başa kakmak.

Misak: Sözleşme. İnsanın Allah ile veya başka insan ve topluluklarla imzaladığı, üzerinde mütabakata vardığı sözleşme hükümleri. Akid, ahid. Siyasi, iktisadi, medeni her türlü anlaşma.

Misal, Mesel:
Misil ve nâzır. Bir şeyin benzeri, dengi. Atalardan aktarılan söz, hikmetli, veciz, arifane ifade. Hayret ve şaşkınlık veren ibretli durum, hikaye. Örnek. Huccet, delil. Durum, vaziyet.

Miskin: Yoksulluktan dolayı durgun bir hale gelmiş. Hiç bir şeyi olmayan, çaresiz, fakir. Zelil ve zayıf. Bir görüşe göre de yeterli malı olmayan kimse.

Mizan: Tartı. Duyarlı ölçü. Adalet. Hukukta vazgeçilmez eşitlik ilkesi. Ruhsal, doğal, ekolojik, kozmik denge, ince hesap, nizam. Terim olarak, insanların amellerinin ölçülüp tartılması ve sonuçlandırılması.

Mubîn: Açık, apaçık. Ayırma, arayı açma. Kendini açıklamaya kendisi yeterli olan. Kur'an-ı Kerim.

Mucize: Karşısında insanların aciz kaldıkları şey. Kur'an'da geçen şekliyle ayet. Tabiat olaylarında genel-geçer olan tabii cereyanın dışına çıkmak, harika, olağanüstü veya olağandışı bir şey yapmak. Peygamberlerin peygamberliklerini ispatlamak ve asla kendilerine inanmayacak kimselerin, inanacak durumda olanların üzerindeki olumsuz etkilerini kırıp yok etmek amacıyla gösterdikleri olağan dışı (fevkalâde) olaylar. Ayet, delil, huccet, belge.

Muhkem: Bozulmaya uğramayan, mevsuk, güçlü, yerleşik, sapasağlam. Anlamı apaçık ve muhtemel başka yorumlara yer vermeyecek kadar net olan.

Muhsana: Engel ve muhkemlik anlamındaki hasanetten türeme bir kelime. Bir yeri kale gibi koruyan. Müstahkem, surlarla çevrili. Bunun gibi namusunu koruyan, dışa karşı ırzını muhafaza eden özgür kadın. Hem evliler, hem de bekarlar için kullanılır.

Mukaddes: Kutsal, mutahhar, tertemiz, mübarek, kutlu.

Mukarreb: Yakınlaştırılmış, değeri ve makamı yükseltilmiş kimse. Kur'an'da, Allah'ın kendisine yakın kıldığı kulları.

Musavvir: Dilediği şekilde suret ve biçim veren.

Musibet: İsabet kökünden, bir kimseye çeşitli felaketlerin, hastalık, ölüm, zarar, iflas, açlık, yoksulluk, kıtlık v.b. şeylerin isabet etmesi, kişinin bu gibi afet ve imtihan konusu olaylarla çevrilmesi.

Mustaz'af: Za'fa uğratılmış, güçten düşürülmüş, ruhsal, maddi ve zihni yönlerden güçsüzleştirilmiş. Gerçekte kendisi zayıf olmadığı halde mahkum edildiği maddi-manevi yapı içinde güç ve dinamikleri dondurulmuş, önüne engel çekilmiş.

Muttaki: Korkan, sakınan. Terim olarak, takva sahibi. Allah'tan korktuğu için kötülüklerden ve Allah'a karşı isyana götürücü şeylerden titizlikle kaçınan, farzları yerine getirmede bütün gücünü kullanarak özen gösteren. İmanında oldukça duyarlı olan mü'min kişi.

Muztarr: Zaruret'ten gelir. Sığınmayı gerektiren kesin bir durum. Büyük ve önüne geçilmez ihtiyaç, kaçınılmazlık. Bir hastalığın, bir musibet, bela, yoksulluk, açlık veya başka bir sıkıntının kendisini Allah'a dua etmeye ve sığınmaya sürüklediği kimse. Bunalmış, buhran içine düşmüş.

Mübarek: Kutlu, temiz, bereketli.

Mücrim: Suçlu, günahkar. Allah'a ve insanlara karşı suç ve günah işleyen kimse.

Mükatebe: Sözlük anlamı yazılı sözleşme. Terim olarak kölenin, belli bir miktar çalışma karşılığında özgürlüğünü elde etmek için anlaşma yapması. Ya da anlaştıkları miktarı peşin veya taksitle ödemesi ve böylece özgürlüğünü elde etmesi.

Mülk: Hüküm, yönetim ve tasarruf altına alınabilen her şey. Melikiyet: Kamu yararı için kanun ve düzen yürütme gücü. Malikiyet: Emlak ve arazi üzerinde tasarruf gücü.

Mü'min: İman eden, Allah'ın birliğine ve İslam'ın bütün hükümlerine içten inanan. Bu inancı kendisini Allah'ın bütün isteklerini yerine getirmeye götüren. El-Mü'min: Gönüllerde iman ışığını yaratan, kendisine iman edenlere ve sığınanlara eman ve güvenlik veren, onları koruyan, rahatlığa ve esenliğe kavuşturan. Allah.

Münker: Dinin de, temiz aklın da çirkin ve kötü kabul ettiği her şey. İslami hükümlerin yasakladığı tutum, iş ve davranış tarzı. Şeriatte ve örfte bilinmeyen ya da hoş görülmeyen. Rağıb'a göre Kur'an'ın ve sünnet'in çirkin gördüğü şey. Ma'ruf'un zıddı.

Müstakarr: Karar kılma yeri. Hedef ve amaç. Kur'an'da, sulblerde ve döl yataklarında olan, yeryüzü, ahiret. Kıyamet günü. Sene. Gece.

Müstavde': Sulblerde ve döl yataklarında olan. İade, geri dönüş yeri. Kabir. Dünya.

Müstekbir: Büyüklenen. Gücün tümüne sahip olmadığı halde kendinde büyüklük ve sınırsız güç vehmeden. Kur'an'da, Allah'a, O'nun hükümlerine baş kaldıran, müstaz'aflar üzerinde haksız baskı ve tahakküm kuran. Tevhide karşı olan sınıfa mensup kişi. Kâfir, müşrik, zalim, zorba.

Mütekebbir: Azametli, yüce. Büyüklüğün tümü kendisine ait olan, Allah. İnsan için kullanıldığı zaman ise, haksız yere kibirlenen, azgın insan ve müstekbir demek olur.

Müteşabih: Benzeşen iki şeyin karşılıklı olarak eşit biçimde veya eşite yakın benzeşmesine denir. Birden çok anlama gelebilen anlatım. Tam anlamıyla açık, net ve kesin olmayan. Muhkem'in zıddı.

Mütref: Refah ve nimet ehli. Büyük servet, zenginlik ve güç sahipleri. Kur'an'da, refah ve servet içinde azıp şımarmış, Allah'a ve insanlara karşı sorumsuzlaşmış, maddi kaynakları, haksız yere elde ettikleri serveti saçıp savuran sınıfın insanları. Taşkın, zorba önderler, başkanlar, zalim kesimler. Dünyevi şeref ve iktidar sahibi kimseler.